15 Temmuz 2011 Cuma

hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken..

2011 yılına maalesef ameliyat korkusuyla girdim. Ocak ayına girdik derken tarih 14 Ocak, kendimi ameliyathanede, etrafımı yeşil önlüklü, domates desenli bone tokan doktor ve hemşirelerle çevrilmiş buldum. Bu nasıl bir duygudur, nasıl bir heyecandır?-tarifi yok! Bir de şunu anlayamadım, neden hastaları ameliyattan 2 saat önce çağırıp, o yatakta bekletirler? Ortama alışsın, yerini benimsesin diye mi acaba? 2 türlüsü de işime gelmedi açıkçası, çünkü hiç hoş bir ruh hali değil! Ailem ve dostlarım etrafımda meraklı gözlerle bana bakarken, benim gözlerim kapıda "acaba ne zaman gelip beni alacaklar?" endişesiyle kendimi yiyip, tükettim ister istemez. Ve işte o an.. 2 kişi "haydi bakalım Zişaaaaaan" diye odaya bodoslama daldıklarında, bir an oradan yok olmak istedim. Ben kafamda bu düşüncelerle boğuşurken, onlar beni çoktan sedyeye geçirmiş, ameliyathanenin yolunu tutmuştuk. Sevdiklerim sağlı sollu dizilmiş, sanki ben önceden onları "sakın yapmayın" diye uyarmamışım gibi, etrafımda bana el sallıyor, zoraki gülümsemeleriyle beni rahatlatmaya çalışıyorlardı. Annemin gözleri çoktan dolmuş, babam cool davranmaya çalışıyor ama farkında olmadan beceremiyordu. Kardeşim, ilk göz ağrım, herkesten daha kötü olmuştu, hissediyordum ama herkesten çok daha fazla bana gülen de oydu. Derken, tanıdık bir sesin bağırışlarını duydum "çıktıık açık alınlaa, 10 yıld her savaştaaaan"- canım dedem! Beni yüreklendirmek için hastahanenin ortasında gençlik marşı söylüyordu, kıyamam, Allah'ım uzun ömürler versin. Pamuk anneannem ayakta duracak hali olmadığı hale bastonuna dayanmış, panik içinde bana el sallıyordu, annemden de kötü olacağını biliyordum e de olsa ilk torun, ilk göz ağrısı :) bu kargaşada canım dostlarım Didem'im ve Dilara'm da tabi ki benimle beraberlerdi, her kötü ve zor anımda oldukları gibi. Onlar gayet rahat görünüyorlardı (Allahtan!) ya da öyle görünmeye çalışıyorlardı bilemiyorum ama  bir de aklım onlara takılsaydı vay halime! Son olarak İhsan amcam ve Gürsel teyzem de orada benimle birlikteydiler. Hakları nasıl ödenir? Ne yapılır bilmem ama hayatımın çiftisiniz onu çok net biliyorum kanatsız meleklerim!
Hani derler ya "hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti" diye, öyle bir şey gerçekten varmış. Odamdan ameliyathaneye giden asansöre kadar, hayatımın belli başlı kişileri ve olayları bir bir gözlerimin önünden geçti, ne garip bir duygu. Unutulanlar hatırlanıyor, dün yaşanana bile özlem duyuluyordu. Sevenlerimi ve bu düşünceleri geride bırakıp asansöre bindik. Derkeen sevgili Meltem hemşire, iğnesini çıkardı. Olacak iş mi bu?! Dedi ki korkma, bu seni rahatlatacak. O saatten sonra korksam n'olur, dedim bas ilacı, dindir acımı. ilacı damar yolundan vermesiyle, 2 şişe içki içmişim gibi bir kafaya girmem 10 saniye sürmedi, böyle bir duygu yok! en son "bu iğnenin adı ne, her eve lazım" dediğimi hatırlıyorum, sonra gözlerim kapanmış. Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum, gözlerimi bir açtım ki etrafımda doktor ve hemşire sürüsü. Hepsinin ağzında maske var, korku filmi gibi. Canım doktorumu güzel mavi gözlerinden tanıyıverdim hemen. Gülen gözlerle bana bakıyor, bir kaç şey sorarak beni rahatlatmaya çalışıyordu ama ben zaten iğnenin etkisiyle oldukça rahattım bilen yok! O halimle bile kafalarındaki domatesli bonelerle ilgili espri yapmadan geçemedim :) Sonra tahminimce genç bir doktor "haydi sana güle güle" dedikten sonra, narkozu verdi. Narkoz damarlarıma girdiği an o soğuğu hissetmemle, bayılmam bir oldu. Sonra koskoca 3 ya da 4 saat, şu an tam hatırlayamıyorum, tamamen muamma, boşluk. Ameliyathaneden çıkarttıklarında ben, ağlıyormuşum, öyle diyorlar, neden bilinmez. Narkozun etkisiyle bilinçaltı durumları ortaya çıkarmış, ondan olsa gerek artık neler sakladıysam oralarda. Çok şükür sorunsuz bir şekilde bitti ameliyat, kısa sürede sağlığıma kavuştum. Artık kesinlikle beynime daha fazla oksijen gidiyor, bugüne kadar yaptıklarım eksik oksijendenmiş galiba :)
şşşştt! sessizlik!

2011'in ilk yarısı biterken..

Koskoca bir yıl bitti, inanın su gibi akıp geçti. Nasıl biter, nasıl geçer bu baba derslerle tüm yıl derken, gözümü açtım kapadım kendimi gezmelerde, tozmalarda buldum (sanki tüm yıl hiç yapmamışım gibi :) ).
Tüm yılın bu zamana kadar olan kısmını şöyle bir inceleyecek, yorumlayacak olursak, hareketlilik ve olaylar, bir öncekileri aratmayacak nitelikteydi denebilir. Ne de olsa benim adım Zişan, göbek adım bela ve olay. başka türlüsü bana yakışır mıydı?
Allah'ım sağlık versin de gerisi hiç önemli değil, çok şükür hallolmayacak bir dert yok ölüm haricinde. Allah uzun ömür verir inşallaha benim daha ölmeye pek niyetim yok, doyamadım hayata, olaylara :)
Ameliyatım, sonucunda kar tatili için Uludağ'a gidememek, alışılmış arkadaş kazıkları, vizeler, finaller, yapılamayan yağmurlu çamurlu mayfest, otopark içmeleri, boş kalmayan mayfest alanı, yeni insanlar, Ankuva, Chiffre-Americano, Çince ve Rusça, spring break'te Rixos Sungate'te güzel bir tatil, shot rulet-sex on the beach, yağmur yağarken o kafalarla denize atlamak, arabamın motorunu yakmam(!) ve daha nicesi iyi ve kötü yaşananlar..tabi bunlar sadece 2011'in 6 ayına sığanlar.. daha önümüzde koca bir 6 ay daha var ve yıl bitmeden o 6 ayı da tek tek yazacağım buraya bakalım 2011 toplamda nasıl bir yıl olmuş benim için. Şu an Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinde (Artık AB Bakanlığı oldu) stajımın 2. haftası. Kendimi iş moduna epey alıştırdım ki bu da normal hayatımı oldukça etkiledi. Sabah 9 akşam 6, yorgunluktan sosyal hayata hal ve zaman kalmıyor. Erken yatılıp, erken kalkıyorum. Nasılsın diyenlere "iş güç koşturuyoruz" cevabını vermeye bile çok alıştım, laf aramızda hoşuma bile gider oldu. Gönül meseleleri de yolunda, güzel gelişmeler oldu ona başka bir kayıtta değinmek isterim. Bu akşam 22:30 otobüsü ile yazlığa, Susanoğlu'na gidiyorum. Bu kadar çalışmadan sonra biraz kafa dinlemek, dinlenmek iyi gelir diye düşünüyorum. Son olarak London School of Economics second session için son 9 gün. Kadim dostum güzel insan Dilaracığımla bekle bizi Londra, bekle bizi alışveriş!





yine bir kayıp..

Dün akşam millet olarak çok acı bir haberle sarsıldık; 13 kardeşimiz pkk saldırısı sonucunda şehit düştü. Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde, cumartesi günü kaçırılan 2 asker ve 1 sağlık görevlisini kurtarmak amacı ile başlatılan operasyonda, talihsiz bir pusuya kurban gitti evlatlarımız. Bu kaçıncı can? Kaçıncı sönen ocak? Kaçıncı kaybedilen evlat? Teröre son vermek için, daha kaç can, evlat, kardeş toprağın altına girecek? Milletimiz siyasi anlamda oluşturduğu "mükemmel" çoğunluğu, teröre karşı da oluşturabilse keşke, can kayıplarının sonu gelse, daha fazla insan, ocak göz yaşı dökmese..


3 Temmuz 2011 Pazar

oh be!

Dünya varmış! şükür kavuşturana ama tam da zamanında yetişti blog imdadıma. yokluğunda neler neler oldu, başıma ne iyilikler/kötülükler geldi of ki of (50%)!. fırsat buldukça bunları teker teker yazıcamcamcam..

3 Mart 2011 Perşembe

Redd- Nefes bile almadan

içimde dolaşan alkol gibi..

bugün dün, bugün ve yarın, her zaman benim için değerli olan ve olacak bi insanla beraberdim. sabah uyandığımda böyle bir şey olacağını aklımdan geçirmiyordum(allahtan!yoksa gece hayatta uyuyamazdım!), çünkü en son konuşmama kararı almıştık. biz birbirini çok seven (şu an beni seviyor mu bilmiyorum ama en azından geçmişte çok sevmişti) ama anlaşamayan iki insan olduk hep. gözümü açtım onu tanıdım ben. annem babam ve o büyüttü beni. iyi kötü doğru yanlış annemden babamdan ne öğrendiysem bi o kadarını da ondan öğrendim. resmen ailemdi o benim. beni büyüttü, yürümeyi öğretti ama o zamanlar daha küçüktüm, o da küçüktü fakat benden daha olgundu. bunun en büyük sebebinin çok erken yaşta ailesinden ayrılıp tek başına ayakta durmayı öğrenmesi zorunluluğundan kaynaklandığını düşünüyorum. o ya da bu sebepten hep benden bi adım öndeydi. asıl önemlisi bana hep babamı anımsatırdı hareketleriyle düşünceleriyle herşeyiyle. belki de ondan bu kadar özel bi insan benim için. o yaşlarda minicik kalplerimizle koskoca 3 sene yürüttük bu ilişkiyi. zamane çiftlerinin başaramadıklarını biz daha hayatı tam olarak bilmeden, hayata atılmadan başarmıştık. her düştüğümde herkesten önce yanımdaydı elimi hiç bırakmazdı. güne günaydın demeden başlamaz, geceyi iyi geceler demeden sonlandırmazdık. gel gör ki her güzel şeyin bi sonu meselesi bi gün bizi de buldu. sebep? şiddetli geçimsizlik. defalarca koptuk, uzaklaştık sevgili olmayı da arkadaş olmayı da denedik ama bi türlü başaramadık. ama kopamadıkta bir türlü. ellerimiz ayrılsa da birbirimiziden, kalplerimiz hiç kopmadı, buna eminim. evet masum değiliz, birbirimize yaşattığımız güzel şeyler kadar kötü şeyler de yaşattık hem de iki taraflı. yıprandık, yıprandıkça yıprattık. onca şeye rağmen bi türlü söküp atamamışız ya da atamamışım. sesini özlediğimde bana sevgililer gününde yaptığı sey kaydını dinlerim mesela, tekrar tekrar, hatta şu an o 10 dakikalık konuşmayı ezbere bile söyleyebilirim. özlediğimde, resimlerini, resimlerimizi açar, yüzünün gözünün her hücresine kadar, tekrar tekrar bakarım. bana sarılırken, saçlarımın kokusunu, benim kokumu içine çekerken hissettiklerimi hiç kimseyle hissetmedim şu ana kadar. o benim en özelim, itiraf etmesi zor olsa da en değerlim canımdan bi parça. nolursa olsun, ne yaşanmış olursa olsun, ben yine bugün ona dünkü gibi aynı şekilde gözüm kapalı güvenirim, o da bana aynı şekilde. kızdığım şey, o yaşta başardıklarımızı, şimdi yaşayamıyor olmamız. halbuki büyüdük, bir şeylerin daha kolay olması gerekirken, olduğundan daha da zor hale geldi. böyle mi olmalıydı? kaderi mi zorluyoruz yoksa kader mi bizi? ben zorluklara göğüs germeye, nolursa olsun direnmeye hazırım peki ya o? o da güçlü mü benim kadar? gücünü alabilir mi benden? yeniden ayağa kalkabilir miyiz beraber? ahh keşke keşke.. 16 yaşındayken her buluşmamızda hissettiğim mide bulantısını baş dönmesini 20 yaşımdayken hala hala ve hala yaşıyorum! bu bi işaret olabilir mi? - olamaz mı? olabilir..